Pehlivan tefrikasına dönen İran ziyareti yazıma kaldığım yerden devam ediyorum.
Esenboğa'da Vip Salonunda, kenarda oturmuş beklerken sıkıldım, biraz ortalıkta dolaşayım dedim. Ellerim ceplerimde öylece dolaşırken, bir anda bir hareketlenme oldu.
Koyu renk takım elbiseli birtakım adamlar carı carı (Kayseri ağzında hızlı hızlı, acele acele) adımlarla pistten gelip salona daldılar. Ben de haliyle kimdir bunlar diye bakmaya başladım.
Sonra bu öncü kuvvetleri müteakiben içeri daha bir oturaklı bir adam girdi ama -oturaklı olduğu için- hızlı hızlı yürümüyordu. Belki de adam hızlı yürümediği için oturaklıydı. Bilemiyorum.
Fakat bu sonradan giriş yapan şahsiyet acayip şekilde tanıdık geldi. Öyle karşı komşu filan gibi değil; ama işte aşinalık var. Kimdi bu yahu filan derken adam kafasını sağa sola çevirdi ve zınk diye beni gördü. Görür görmez de başıyla selam verdi. Ben de selamı aldım; vatandaş yine aynı vakur adımlarla havaalanından çıktı ve kendisini bekleyen makam arabasına binip gitti.
Sonra yanıma havaalanının güvenliğinden sorumlu tip geldi. Zaten o noktaya kadar adamla check-in ve bavullar meselesi dolayısıyla haddinden fazla muhatap olduğum için bir samimiyet tesis edilmişti. Sanırım bu samimiyete güvenen güvenlikçi de -güvenen güvenlikçi ne komik oldu- gelip bana bilgi vermek ihtiyacı hissetti.
Meğer o vakur ve ağır eleman hayvancılık bakanı imiş. Hele tanıdık geliyordu. Gerçi tarım filan gibi işlerle meşgul olan birisi değilimdir ama televizyondna filan herhalde gözüm ısırdı.
Neyse bu önemsiz macerayı anlattım; şimdi sıra iran havayolları ile tahran yolculuğunu anlatmakta ama işim olduğu için gelecek sefere.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder