Madem EİT/ECO denen salak örgüte sövmeyi bitirdim, ve aynı zamanda örgütü tanıtma işini de aradan çıkardım, artık Tahran gezimi anlatmaya başlayabilirim.
Elbette her gezi, geziye başlamadan önce başlar. Yani zihinde. Hayatımda Elazığ'dan doğuya gitmiş biri değildim. O nedenle biraz coğrafi olarak Doğu'ya gidecek olmanın hazırlığını yaparak başladım.
Sonra da tabii dil. Farsça güzel bir dil. Konuşamıyorum ama İranlılar'ın konuşmalarından ve Osmanlıca derslerinden bu dilin hem kulağa hoş geldiği, hem de kullanışlı, işlek ve zengin olduğu sonucunu çıkartmıştım.
Havaalanına gittim. Tabii başkanla seyahat edecek olmanın getirdiği bir yan kazanç -added benefit- olarak vip salonunu kullanacaktım. Hayatımda daha önce vip salonuna girmediğim için biraz meraklıydım. Eh bir de elimde başkanın da bavulları olunca hayli tuhaf bir görüntü oluşturdum. Elinde ağır bir el bavulu, iki adet takım elbise çantası/askısı ve bir orta boylu bavul olan ve bunları zar zor taşıyan herkes vip'te tuhaf kaçar. Eh, bavulunu bana taşıtanlar düşünsün.
Bu şekilde vip salonuna geldim, ama salondaki dinlenme odalarına gidemedim çünkü bizim başkan biraz rüzgar gibi geçti kıvamındadır. Pat diye içeri girer, seni göremezse ortalıkta, sen kaybedersin. Öyle kızıp bağırıp çağıracağından değil; kendi hızla uçağa doğru harekete geçer, sen ortada kalırsın nereye gitti diye. Bu nedenle vipteki güzel dinlenme salonları yerine giriş holünde duvar dibindeki oturacak yerlere çömeldim alaturka tarz (alaturka tuvalette sıçma pozisyonu).
Bu sırada da vip salonuna gelen giden tipleri seyretmeye başladım. Vip deyince insan bakan milletvekili filan gibi kelli felli adamlar bekliyor. Ama vipe gelenler arasında genç kızlar, moruk tipler, küçük çocuklar, kokonalar filan vardı benim gördüğüm. Sonra da düşündüm, adam büyükelçiyse çok normaldir ki bir kokoş karısı olacak, hele emekliyse yeme de yanında yat. Eh, devletimiz ne de olsa memur devleti.
Bu tip alakasız insanların sırtını devlete dayamak suretiyle bir şekilde elde ettiği avantayı kaptırmamak için her türlü taklayı atmaktan kaçınmadığı "güzel ve yalnız ülkem"in Esenboğa Havalimanın'da bulunan vip salonunda bir anda bir hareketlenme oldu.
Ama ben sizlere vip salonunun ne işe yaradığını anlatmadım ki. Önce onu anlatmalıyım ki, o sıkıcı salonda neden beklediğimi/bekletildiğimi, bir sürü kokonanın, kadayıf olmuş memur eskisinin ve bunların beyaz sülbünün neden vipten geçmek için yırtındıklarını, bunu bir ego meselesi yaptıklarını anlayabilesiniz.
Normalde uçağa binmeden önce check-in yaptırıyorsunuz. Bunun için zaman zaman sıraya girmek icap ediyor, zira havaalanları bir tek size hizmet vermiyor. Genelde havaalanlarında aynı anda binlerce insan oluyor, if not tens of thousands. Bu kadar adamın bir kısmı da aynı havayolunu kullanınca, check-in için ister istemez bir sıra oluyor.
Check-in sonrasında uçağa binmek için hareket ediyorsunuz. Hele hele yurtdışına gidecekseniz paaport kontrolünden geçmeniz gerekir ki, takdir edersiniz, bu da yeni bir kuyruk demek.
Sonra da uçağa biniş saatine kadar bir süre bekleme salonunda bekliyorsunuz.
Bütün bunlar hakikaten yorucu ve sinir bozucu olabiliyor. İşinizi gücünüzü bırakıp bilmem kaç saat önce havaalanına gidiyorsunuz, her türlü işleminiz bittikten sonra da sıkışık salonlarda bekleyip duruyorsunuz.
İşte bu vip olayında, check-in vs gibi işler için sıra yok. Uçağa binmek için 3 saat önceden havaalanına gelmek de yok. Yarım saat önce teşrif etmek kafi. Zaten vipseniz taşaklı bir adam olduğunuz varsayılıp işleriniz kolaylaştırılıyor, biri bagajınızı alıyor öbürü check-in için size yanaşıyor, zaten vip için ayrı araç var, salon desen kahve çay ibadullah. Koltuklar rahat.
Ortam öyle süper ki, cumhurbaşkanının emrine tahsis edilmiş bir salon bile var vipte. Yani sadece kendisi ve konukları burayı kullanabiliyor.
İşte benim gibi yancı olarak vipe gelenler de wtf diyip sağa sola bakıyor.
Neyse, vip salonunda meydana gelen hareketlenmeyi anlatacağım ama gitmem gerek. Gelecek sefere inşallah, dinimiz yarabbim amin.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder