Pride and Prejudice (bundan sonra P&P olarak anılacaktır) romanının Farsça tercümesi bu başlığı taşıyormuş. Türkçe'ye ilk tercümesi de Aşk ve Gurur şeklinde olmuş ne hikmetse. Sonradan, İş Bankası Yayınları'ndan çıkan en son basımında adı orijinaline uygun olarak Gurur ve Önyargı oldu. Bu basımın tercümesi Hamdi Koç'a ait, ve bence mükemmel olmuş.
Jane Austen'in belki de en bilinen romanı olan P&P, benim çok geç bir vakitte keşfettiğim bir edebi şaheserdir. Askerdeyken, o zamanlar Konya'da bulunan Personel Okulu'nun kütüphanesinde bulmuş ve gece gündüz nefes almaksızın okuyarak bitirmiştim. Hâlâ ara sıra hem Türkçe hem de İngilizce'den okurum, her seferinde büyük keyif alırım.
Ben geç keşfetsem de, P&P sadece İngiliz edebiyatının değil, tüm dünya literatürüne büyük bir şaheser olarak damgasını vurmuştur. Ancak, tıpkı Hamdi Koç'un da önsöz'de belirttiği gibi, çok mucizevi bir şekilde edebi bir şaheser mertebesine ulaşmıştır P&P.
Bir defa, P&P bir Harp ve Sulh gibi epik bir roman değildir; romanın kahramanları Lizzy Bennet bir Natascha Rostova, Fitzwilliam Darcy de bir Pierre Bezukhov derinliğinde işlenmemiştir.
Anna Karenina gibi toplumsal beklentileri deşen, toplumu baştan sona sorgulayan ve kendi kendiyle yüzleşmesine imkân sağlayan, sonu gelmez tahlillerle insan psikolojisinin dipsiz derinliklerine inen bir roman da değildir.
Bir Wuthering Heights'taki ihtiraslı Heathcliff karakteri yoktur; bir Tristram Shandy gibi yüzyıllar ötesine ışık tutan, avant-garde bir eser de değildir. Edebi olarak bir yenilik getirmemektedir.
Ne Suç ve Ceza'nın ne de Faust'un "oturaklılığına" sahiptir; tam aksine konusu çok önemsiz sayılabilir. Kızlarla oğlanların aşk oyunları gibi çok bilindik bir temayı ele alır.
Ancak bütün bunlara rağmen P&P çok ünlü, çok okunan ve çok refere edilen bir eserdir. Şüphesiz ki Tolstoyvari bir derinliği yoktur ama Lizzy ile Darcy'nin kişilikleri çok tatlı bir şekilde yansıtılır romana. İnsanı tanımak için ilk 150 sayfanın yetmediğini, bir 150 sayfa daha okumak gerektiğini gösterir. Madalyonun bir de öteki yüzüne bakmaya teşvik eder okuyucuyu.
Lizzy bir Heathcliff olmasa da romanı ve okuyucusunu sürükleyebilecek tutkuyu taşır; ona sempati duyar, onunla üzülür, kahrolur, onunla sevinir okuyucu.
Darcy bir Pierre olmayabilir ama, o da kendini bir iç hesaba çeker; o da aradığı şeyin gözü önünde olduğunu kabullenir zamanla.
Centilmen Tristram Shandy gibi mükemmel bir anlatıcı bulunmayabilir, ama P&P'nin birçok karakteri, başta Lizzy ve babası Mr. Bennet olmak üzere, çok keskin ve ironik bakış açılarıyla kendi ahmak akrabaları Mr. Collins ile bir güzel dalgalarını geçerler.
İlginçtir, ben ne Emma'yı, ne de Sense and Sensibility'yi bu kadar sevdim. Sense and Sensibility'de bir adalet problemi olduğunu, Edward Ferrars'ın kaybettiği, Lucy Steele'in kazandığı bir romanın eksik kaldığını düşündüm hep. Bana Dashwood sisters Co. hiçbir zaman Lizzy ve Jane'in sıcaklığını vermedi. Willoughby bana hiçbir zaman Wickham kadar "oyuncu" gözükmedi. Ferrars'dan Darcy tadını alamadım. Üstelik bir Mr. Bennet, bir Mr. Collins olmadan o roman hep eksik kalır benim gözümde.
P&P'yi önemli kılan bir diğer unsur ise, 18. ve 19. yüzyıldaki sınıfsal hareketleri, sosyal gelişmeleri çok hafif bir şekilde aktarması. Bir Oliver Twist, Bir A Tale of Two Cities filan değil; insanın gözüne gözüne sokmuyor sınıf çatışmasını. Jane Austen de zaten Emile Zola gibi odun sertliğinde gerçekleri yazan bir yazar değil. Çok daha hafif konulardan bahsederken, o dönemin şartlarını ve değişimlerini de alttan alttan anlatan biri. Darcy'nin ve Bingley'nin zenginliklerinin kaynağının sadece bir cümle ile ayrılması, kontrastın kısaca ifade edilmesi hep bu incelikten. Ama tabii birçoğu için -özellikle de dönemdaşları için- Austen suya sabuna dokunmayan, "aşk-meşk, dedikodu" yazarıdır.
Peki, romanın konusu ne? O kadar lakırtıdan sonra artık biraz bilgi vermek lazım. Bir Bennet ailesi var. Romanın asıl kahramanı olan Lizzy bu ailenin beş kızından en büyük ikincisi. En büyüğü ise şirine Jane. Jane çok güzel ve herkes hakkında iyiyi düşünen, nikbinliğin dibine vurmuş, optimizmin, Polyannacılığın kitabını yazmış bir genç kız. Küçük hemşiresi Lizzy ise Jane'i insanların kusurlarını görememekle itham eden, herşeye daha eleştirel ve dolayısıyla gerçekçi bakabildiğini düşünen, "witticism" ve "sarcasm" dolu bir genç hanım. Ablası kadar güzel olmasa da o da "moderately tolerable" bulunuyor erkekler tarafından. Ailenin diğer üç kızı ise daha az önemli. Mary kendini kitaplara vermiş bir pseudo-entellektüel; kendi güvensizliğini toplumu küçümseyen bir entellektüelizm perdesinin arkasına gizliyor. Ama hiç değilse uçarı değil. Kitty ve Lydia ise ailenin en küçük, ele avuca sığmayan, ve babalarının deyimiyle en aptal, iki üyesi. Genç kızlığa adım attıkları bu zorlu günlerde akılları fikirleri erkekler ve elbiselerde. "Anasına bak kızını al" sözü uyarınca, bunca ahmağı doğuran bir de anne var ve o da en küçük iki yavrusuyla aşık atar derecede ahmak. Haydi çocukların bahanesi genç olmaları diyebilirsiniz. Ama kadının da ahmaklık için iyi bir bahanesi var: beş tane bekar kızı var ve en azından birinin çok zengin bir erkekle evlenmesi gerekiyor. Niye? Romanı okuyun da öğrenin.
Ailenin babası ise tam bir sabır küpü. Kızı Lizzy o müthiş iğneleyici mizah anlayışını babasından tevarüs etmiş. Adam böyle moron bir kadınla yirmi küsur yıl evli kalmış olmanın getirdiği birtakım yaraları taşıyor. En büyük iki kızı haricinde ailenin geri kalan üyelerini, karısı da dahil, takmıyor. Ne halleri varsa görsünler diyerek iplerini çözmüş.
Romanın diğer ana karakteri ise adıyla sanıyla Mr. Fitzwilliam Darcy. Böyle Fitz olduğuna bakmayın; ailenin gayrı-resmi çocuğu filan değil; çok zengin ve TOPRAK SAHİBİ aristokrat bir ailenin (landed aristocracy) tek oğlu, kendinden on yaş küçük bacısı Georgiana'ya anne ve babaları ebedi istirahatgâhlarına yolcu edildikten sonra hem ağabeylik hem de babalık eden, Küçük Emrah'ın upgraded versiyonu bir kardeşimiz. Hemi yakışıklı, hemi zengin, bir de pabuç kadar dil, daha bir genç kız ne ister? Yok işte öyle değil.
Romanda başka güzide karakterler de var. Mr. Collins mesela, baba Mr. Bennet ile beraber, benim favori karakterim. Tabii anne Mrs. Bennet da bir diğer sevdiğim karakter. Sonra Lady Catherine De Bourgh olsun, Mr. Wickham olsun, kötü karakter de eksik değil.
Tabii bu denli ünlü bir eser sinemaya da uğramış. Benim şahsen seyrettiğim 2005 versiyonunda Lizzy'yi kamyon çeneli Keira Knightley, Darcy'yi de Matthew Mcfadyen canlandırıyor. Jane rolünde de hakikaten dünyalar güzeli Rosamund Pike var. Gerçi Caroline Bingley rolündeki Kelly Reilly arch-nemesisi Keira'dan çok daha güzel olmuş -olmaması gerekirdi- ama olsun. Film fena değil.
Ama bir de BBC dizi uyarlamaları var. O Ekşisözlükte milletin ayıla bayıla övdüğü 1995 versiyonu mesela. Lizzy'yi böyle tombul tombul Jennifer Ehle oynuyor. Eh, fena değil. Güzel değilse de sevimli. Yakışıklı değil ama sempatik lafının kadın versiyonu. Darcy'yi Colin Firth oynuyor ki, tamam ona lafım yok, adam aslanlar gibi çıkmış oynamış. Helali var. Ama o Jane yerine şabalak bir hatunu oynatmışlar ki, felaket olmuş.
Gerçi bir de şu var: 95 BBC dizisindeki kadın karakterlerle 2005 sinema versiyonundakileri karşılaştırınca, ikincisinin hep sıfır beden kürdan kadınlardan teşekkül ettiği görülmüş. Yani Holywood yapmış yine yapacağını; kendi yarattığı estetik anlayışını iki yüzyıl öncesine bile dayatmış. Gerçeğe yakın olansa tabii ki balık etli hatunların oynadığı BBC dizisi.
Ama ben şahsen diziden öyle çok bir tat almadım. Ekşisözlük'deki klasik bir sosyal psikolojik güdülenme vak'ası olduğunu düşünüyorum. Benim için her zaman roman önce gelir.
Tercümenin bu kadar başarılı olmasının nedeni, Hamdi Koç'un orijinal iğnelemeleri ve hınzırlıkları Türkçe'ye çok başarılı bir şekilde geçirebilmesidir. Başkaları pek beğenmemiş olabilir; ben çok sevdim bu tercümeyi. Diğer versiyonları da okudum; Hamdi Koç'un tercümesinin akıcılığı diğerlerinde yok.
Kitabı internetten orijinal dilinden okumak isteyenler şuraya bakabilir.
P&P'nin bir diğer özelliği de, Anna Karenina ve Moby Dick ile beraber en ünlü açılış cümlelerinden birine sahip olmasıdır. Yazımı, bu cümle ile bitirmek istiyorum:
"It is a truth universally acknowledged, that a single man in possession of a good fortune must be in want of a wife."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder