5 Mayıs 2010 Çarşamba

A Grecian Tragedy

Bir Forumda şu espriyi görmüştüm:

"-What is a Grecian urn?
-Three drachmas a day."

Uzun süredir Yunanistan'da yevmiye "üç drahma"dan katbekat fazlaydı. Espri, AB öncesi Yunanistan için geçerliydi; sanırım ekonomik kriz sonrası kemer sıkan Yunanistan için de geçerli olacak.

Yunanistan'da ne oldu da böyle oldu? Niye oldu? Bu soruları herkes gibi ben de soruyorum, kendimce bazı cevaplarım var.

Benim cevaplarımı tabii ki dünya görüşüm belirliyor. Olaylara baktığınız açı, gördüğünüz nesneyi de etkiler, algınızı belirler. O yüzden, hiçbir zaman "tarafsız, nesnel, objektif" olmaya inanmadım. Böyle olduğunu inananlar da ya aptaldır ya da yalan söylüyordur. Allah'ın bile bir bakış açısı var yahu!

Liberal görüşlü bir insanım, devlet memuru olsam da devletten hoşlanmıyorum. Devletin "zorunlu habis" olduğunu düşünüyorum; devletin küçüğü ve en az karışanı makbuldür benim için.

Durum böyleyken, Yunanistan konusunda resim bulanıklığını kaybediyor. Ama birşeyi belirtmeden geçemeyeceğim. Ben ekonomist değilim. Ama bu konuda yorum yapmak için de, bu konuyu anlayabilmek için de ekonomist olmaya gerek yok. Temel düzeyde ekonomi nosyonuna sahip olmak ve aritmetik bilmek yeterli.

Yunanistan AB'ye 1981, Eurozone'a ise 2001'de dahil oldu. AB neden ve neye istinaden Yunanistan gibi bir ülkeyi üyeliğe kabul etti, bilemiyorum. Bu yazının konusu da değil zaten. Ancak ortada ciddi bir problemin olduğu da aşikar.

Yunanistan'ın nüfusu 11 milyon. Ülkenin nüfus artış oranı düşük; yani nispeten yaşlı bir nüfusa sahip- Almanya kadar olmasa da. Ekonomisi turizm, tarım ve ticarete dayalı. Ticaretin önemli bir kısmını da gemi taşımacılığı/armatörlük oluşturuyor. GSMH'si ise 300 milyar doların üzerinde.

Öte yandan, Yunanistan'da sanayi az; ağır sanayi yok denecek kadar az. Teknolojik üretim yok. Hizmet sektörünü ise turizm domine ediyor. Yani ekonomide katma değer yaratımı düşük düzeyde seyrediyor. Bir İsviçre gibi markalaştığı bir ürün ya da hizmet yok denebilir, feta peyniri, zeytin ve zeytinyağını saymazsanız. İsviçre ise saat, bankacılık, sigortacılık, otelcilik gibi katma değeri yüksek sektörlerle ve üst-gelir grubuna hitap eden turizmiyle Yunanistan'dan ne kadar farklı!

Aldığı sattığı, geliri gideri belli olan bir Yunanistan, nasıl olur da sanayileşmiş bir ülke sayılır, bir refah devleti olarak etiketlenir? Nasıl olur da Yunanistan, halkına erken yaşta emeklilik sağlayabilir? Hans 67 yaşında emekli olabilirken, Yorgo nasıl olur da 47sinde emekli maaşına hak kazanır? Emekli maaşı nasıl olur da son üç aylık maaşın ortalaması olur? Nasıl olur da bir ülkenin üniversitelerinde ikide bir eylem olur, eylemciler ders yapılmasını engeller ve üniversite bilgisayarlarını kendi mallarıymışçasına evlerine götürebilir? Nasıl olur da bu adamlara hesap soran çıkmaz? Bir ülkede nasıl kafasına esen herkes grev yapar? On lira kazanan adam nasıl olur da yirmi liralık adam gibi yaşar?

İşte son soru, Yunanistan'ın durumunu özetliyor. Az çalışan, az üreten ama çok yatıp çok kazanan Yunanlı nasıl olur da iflas etmez? Bu değirmenin suyu nereden geliyor?

Anlaşılan o ki, değirmenci Angela ile Nicola imiş ve bir noktadan sonra "sana artık su yok!" demeye karar vermişler.

1980'lerden bu yana AB fonlarından yararlanan Yunanistan bugüne kadar yaklaşık 55 milyar Euroluk kaynak kullanmış. Bunlar, yatırıma dönüşsün, ekonominin çarklarını yağlasın, zenginlik ve katma değer yaratsın diye Yunanistan'a aktarılan paralar. Bunlarla otoyol yapması, limanları genişletmesi, üniversite inşa etmesi, var olan üniversiteleri reforme etmesi, yeni iş sahaları yaratması, devleti verimli ve şişkinliği alınmış bir antiteye dönüştürmesi gereken Yunanistan ise bu paraya ne yapmış bugüne kadar?

Rüşvet olarak ona buna vermiş, verimsiz yollar, olmadık yatırımlar yapmış, önüne gelene kredi olarak cülus bahşişi dağıtır gibi dağıtmış, işsizliği azaltmak için ipini koparanı memur kadrosuna almış, özel sektörü daralttıkça daraltmış, insanlara genç yaşta kıyak emeklilik sağlayarak, memurlara havadan para vererek sıradan insanları satın almış, toplumu uyutmuş ve hak etmediği bir hayat standardına alıştırmış. Vergi toplamamış, sendikalara esir düşmüş, ekonominin en temel kavramlarını bile halının altına süpürmüş.

Kırkbeşinde emekli olan insanları düşünün. Ortalama hayat süresi yetmişbeş yıl desek, bu adam son üç maaşının ortalamasının büyük bir kısmını otuz yıl boyunca almaya devam edecek. Bir daha çalışmadan, sürekli alacağı bu parayı devlet nasıl ve nereden bulacak? Tabii ki, çalışanlardan keseceği kesinti ve primlerden. Ama bunun da bir aritmetiği var. Bir çalışan, ülkeden ülkeye değişmek üzere, 1/3 kadar emekliyi karşılayabiliyor. Yani, gelişmiş ülkelerde üç çalışan bir emekliyi finanse ediyor desek. Şimdi, emekli maaşının yüksek olduğu Yunanistan'ı düşünürsek, belki dört, belki beş çalışan bir emekliyi finanse edebilecek. Nüfusu da yavaş artan bir ülke olduğuna göre, Yunanistan'daki tıkanmaya mahkum bir sistem. Bu sistemi düzeltmenin yollarından biri emekli maaşlarını düşürmek. Buna sendikalar razı olmuyor. Bir diğeri de emeklilik yaşını yükseltmek -mesela 65'e ve hatta 67'ye. Sendikacı ağalar buna da rıza göstermiyor. Zaten bu kadar çok emeklinin bulunduğu bir sistemde hiçbir siyasetçi bunlara cesaret edemez. Modern finansal kapitalizm her an vatandaşını satın almanı şart koşuyor. Hele bir de sosyal devletsen, "dadından yinmez!" Seçimler vs.

Yani, Yunanistan bu fasit daireyi kırmak için bir dışsallığa muhtaçtı. Bir anda petrol bulup Dubai olmak gibi. Gülmeyin, Angola'da olan şey bu. Gerçi Angola'da petrol parası halka eşit şekilde dağıtılmıyor veya halkın yararına kullanılmıyor ama kirli ve çürümüş rüşvet ekonomisinin bir süre daha sürdürülmesine izin verecek bir durum yaratmış durumda.

Yunanistan petrol bulmadı. Türkiye gibi müthiş, trilyon dolarlık "bor madeni" üzerinde de oturmuyor (!) Ya da Yunan ulusalcıları Türk ulusalcıları gibi bu "büyük" keşfi henüz yapamadı. Halbuki Yunanistan kardeş ülke. Azıcık bor madeni versek onlar da kurtulur. Hem bizde böyle kaz kaz bitmez maden dolu. Bor biter vanadyum başlar. O biter başkası bulunur, bizdeki avantacı takımının kısa zamanda köşeyi dönme, emek sarfetmeden kefeni yırtma sevdası bitmez. Yatırım, emek, çalışma, teknoloji, katma değer, inovasyon bunların hepsi hikayedir. Esas olan bor olur, petrol olur bir kaynak bulup üzerine kurulmak, iki adım yürümeye üşenen mirasyedi gibi oturduğu yerden hazıra konmaktır. Gelsin paralar tıkır tıkır, evin küçük oğlu hovardalık yapacak...

Ama bu ancak bizim dangalakların rüyalarında ve forward emaillerinde olur. Her biri Arap şeyhi olmak için içten içe can atan bu adamlar hayatta birşey kazanamaz. Hazıra dağlar dayanmaz.

İşte Yunanistan da bulamadığı petrolü -ve bor mineralini- Avrupa Birliği fonlarından gelen kredi ve hibelerle ikame etti. Yıllar yılı gelen bu paralar sanki geri ödemesi yokmuş, sanki sıfır maliyetliymiş ve hiç kesilmeyecekmiş gibi harcandı durdu.

Özelleştirme yapılamadı, kadroları şişirilen KİT'ler zarar ettikçe bunları kapatmak için AB fonlarını kullandılar.

Vergi toplayamadılar, farkı fonla kapattılar.

Memur üstüne memur alan devlet, işe saatinde gelmeyi memurlara fazladan para vermek için bir bahane olarak gördü. Bütçe açığı mı? AB fonları ne güne duruyor?

Bu sırada Yunanistan bir de Euro'ya geçti, Merkez Bankasının en büyük enstrümanlarından biri olan para arzını elleriyle Brüksel'e verdi.

Bu arada devlet habire borçlandı. Borcunu borçla kapatır hale geldi. Avrupa bankaları Yunanistan'a bu borcu vermekte beis görmedi çünkü:

1. Arkasında AB olduğu, bir şekilde borcunu ödeyeceği düşünüldü.

2. Yunanistan'ın tahvil notu gayet iyiydi.

Bu ikisi, Yunanistan'ın hak ettiğinden daha düşük bir faizle borçlanmasını sağladı. Borç daha da şişti.

Ama bir noktada çark dönmez hale gelince, Yunanistan'dan paralarını istemeye başladı bankalar.

Bu noktada Yunan ekonomisinin gelirlerinin giderlerini karşılamaya yetmediği anlaşılınca, daha doğrusu, karşılayamama oranının Yunanistan'ın iddia ettiği rakamdan çok daha yüksek olduğu, Yunanistan'ın 1990'ların son yıllarından bu yana habire istatistiklerini çarpıttığı anlaşılınca işler sarpa sarmaya başladı.

Şimdi Yunanistan'dan Fransız ve Alman bankaları paraları sökülmesini istiyor.

Bu durumda Yunanistan:

1. Parasını devalüe edip harcamaları ve tüketimi kısmak yoluna gidemez. Bu Brüksel'in elinde olan birşey. Drahmi'de kalsaydı olurdu ama Euro'da bu şansı yok.

2. Para basamaz. 1. maddeye bakın.

3. Maaşları reel olarak azaltır. Vergileri artırır. Kemer sıkar.

Şu an olan da bu 3. maddedir.

İşin ilginci, Yunanistan'a verilen kredi (140 milyar dolar) Yunan halkının cebine girmesi, Yunanistan ekonomisinin çarklarının dönmesi için verilmiyor. Fransız ve Alman bankaları kredilerini kurtarsın diye veriliyor. Nicolas ve Angela, Pierre ile Hans'ın parasını kurtarmak için Yorgo'yu sıkıştırıyor.

Geleceği düşünmeden, deliler gibi kamu harcaması ve lüzumsuz sosyal transfer yapan, rüşvetle mücadele etmeyen Yunan hükümetleri (başta Karamanlis olmak üzere), kendilerini satın almaya çalışan politikacılara sesini çıkarmayan, kendi işine geldiği sürece bu ahmaklığa, rüşvet ekonomisine ve suça iştirak etmekten çekinmeyen, eninde sonunda uyandırılacağı belli olan rüyaya inanmaya devam eden Yunan halkı, tahvil notlandırmasını dürüst şekilde yapmayan derecelendirme kuruluşları, Yunan hükümetlerinin istatistiki yalan ve madrabazlıklarına şerik olan Goldman Sachs, Yunanistan'ı denetlemeyen ve bugüne kadar şımartan AB ülkeleri... Suçlu ayağa kalk!

Yunan halkı Atina'da banka yakmış, adam öldürmüş. Biz hırsızların borcunu ödemeyiz diyor. Peki, hak etmediğin ikramiyeleri, fazladan ödemeleri cebe indirirken aklın neredeydi? Alman gibi kazanman, Alman gibi harcaman için Alman gibi çalışman gerektiğini neden düşünemedin? What goes up must come down.

Bir de suçu kabahati Almanlar'da, Naziler'de, hele hele Türkler'de aramaları yok mu!
Yok Almanya tazminat ödemedi, yok hırsızlığa ve vergi kaçakçılığına Yunanlılar'ı Türkler alıştırdı...

Müflis bakkal eski defterleri karıştırırmış.

It is time for pay up, Georgeos! You can run but you cannot hide.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder